Felek
9 Eylül 2020
Gökyüzü, dünya, devran, gezegen, seyyare. İptidai görüşlere göre gökyüzünde bulunan ve her birinde bir gezegenin olduğu kat. Arapça felek (çoğulu eflâk, fülûk) sözünden alınmıştır. Arapça felek (=gökyüzü, sema, asuman; gök tabakası/gök katı, gezegen, seyyare) sözünün Akadca palāsum (=seyretmek, gözetmek, bakmak), pallukkum (=çengel iğne), balanggum (=davul) ve Pilaqqum (=dingil, iğ) kelimeleriyle bağlantılı olduğu anlaşılıyor. Akadcadaki bu sözlerin, Sumerce bala (=dönmek, dolaşmak, çevirmek, döndürmek) kelimesinden kaynaklandığı görüşündeyim. Sumerce balak (=dingil, aks) sözünün bugünkü felek sözünün en arkaik şekli olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca Sumerce balaĝ (=davul), balgi (=kaplumbağa) ve balla (=kavuk, şapka, fes benzeri yuvarlak başlık ve bunun etrafına sarılan sarık) sözleri de şekil itibariyle bir adlandırma olsa gerektir. Bu bağlamda, A. Jeffery’nin Sumerce balag (=balta) ve Akadca pilakkum (=balta) sözleriyle ilişkilendirme yönündeki tespitlerine katılmıyorum.
Kürtçe, Azerice, Özbekçe, Tatarca ve Başkırtçada felek, Uygurca ve Türkmencede pelek sözleri ‘kâinat’ veya ‘talih, baht’ karşılığında biliniyor. Halk müzikalinde yakınılan felek, genellikle ‘baht, talih’ karşılığındaki felektir: “Bilmem feleğin kastı ne/ Dert verir derdin üstüne/ Takatım yok gam üstüne” (Mehmet Ataç, Urfa).